Ali SUNGUR
27 Sep

Türkiye'de Nüfus Krizi Tartışmaları ve Sosyo-Ekonomik Gerçekler 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “savaştan daha büyük tehdit” olarak nitelendirdiği doğurganlık oranlarındaki düşüş ve nüfusun geleceğine ilişkin kaygılar, son dönemde akademik ve siyasi çevrelerde giderek daha fazla gündem oluşturmaktadır. 

Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın “30 yıl içinde Türkiye nüfusu 80 milyondan 60 milyona gerileyebilir” şeklindeki açıklaması da bu bağlamda dikkat çekmektedir; ancak bu tartışmaların odağında, toplumsal gerçeklerin göz ardı edildiği, özellikle de ekonomik yaşam koşullarının genç kuşaklar üzerindeki baskısının yeterince dikkate alınmadığı görülmektedir.

Türkiye’de gençlerin evlilik ve çocuk sahibi olma kararlarını belirleyen en temel faktörlerin başında ekonomik istikrar, gelir düzeyi ve yaşam maliyetleri gelmektedir; dolayısıyla, nüfusun azalması ve doğurganlık oranlarının düşmesi, salt bireysel tercihlerden değil, doğrudan yapısal ekonomik sorunlardan kaynaklanmaktadır.

Konut Sorunu ve Yükselen Kira Krizi

Son yıllarda Türkiye’de en çok tartışılan sorunlardan biri, konut fiyatları ve kira bedellerindeki olağanüstü artıştır. 

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve çeşitli bağımsız araştırma kuruluşlarının verilerine göre, özellikle büyük şehirlerde kiralar son beş yıl içinde %900’lere varan oranlarda artış göstermiştir. Örneğin, İstanbul’da 2020 yılında 2.000 TL civarında olan ortalama kira, 2025 itibarıyla 20.000 TL seviyelerine kadar yükselmiştir. Ankara, İzmir, Bursa gibi büyükşehirlerde de benzer bir eğilim söz konusudur. 

Bu durum, yeni evlenen çiftlerin barınma sorununu çözmesini neredeyse imkânsız hale getirmektedir.

Ev sahibi olma oranlarının düşmesi ve kiracılığın artması, gençlerin evlilik kararlarını doğrudan ertelemelerine yol açmaktadır; zira tek maaşla geçinen bir ailenin sadece kira gideri, hane gelirinin yarısını aşmaktadır. Bu koşullar altında evlenip çocuk sahibi olmayı düşünmek, gençler için ciddi bir ekonomik risk anlamına gelmektedir.

Gıda Enflasyonu ve Yaşam Maliyetleri

Türkiye’nin bir diğer temel sorunu, yüksek gıda enflasyonudur. 

TÜİK’in resmi verilerine göre 2024 yılında gıda enflasyonu yıllık bazda yüzde 70’in üzerinde gerçekleşmiştir. 

Bağımsız araştırma kuruluşları ise gerçek enflasyonun yüzde 100’e yaklaştığını belirtmektedir.

Bugün bir ailenin yalnızca temel gıda ürünlerine ayırması gereken bütçe, beş yıl öncesine kıyasla büyük oranda katlanarak artmıştır. Örneğin:

  • 2020 yılında 0,75 TL olan bir ekmek, 2025’te 15 TL seviyesindedir.
  • 2020’de 30 TL olan 1 litre zeytinyağı, 2025’te 400 TL’yi aşmıştır.
  • Bir kilogram etin fiyatı 2019’da 40–50 TL iken, 2025 itibarıyla 600 TL sınırına dayanmıştır.
  • Aynı dönemde 1 kilogram beyaz peynir 25 TL’den 250 TL’ye çıkmıştır.
  • Bir paket makarna 2 TL iken bugün 15 TL’yi bulmuştur.
  • Bir kilogram domates 2019’da 4–5 TL civarındayken, 2025’te 40–50 TL aralığında seyretmektedir.
  • Ayçiçek yağı 2020’de 25 TL’den satılırken, 2025’te 170–180 TL seviyesini görmüştür.
  • Bir kilogram pirinç 8–10 TL’den 50–60 TL’ye yükselmiştir.
  • 1 kilogram tavuk 12–15 TL’den 120 TL’ye, 30’lu yumurta kolisi 14–18 TL’den 130 TL seviyesine çıkmıştır.

Bu artışlar yalnızca gıda ile sınırlı da değildir. Ulaşım giderleri, giyim harcamaları, temizlik ürünleri ve temel tüketim kalemleri de benzer şekilde katlanarak yükselmiştir. Örneğin, 2020’de 3 TL’ye binilen şehir içi otobüs 2025’te 20 TL’yi aşmış; 1 çift ayakkabı ortalama 200 TL’den 2.000 TL’ye yükselmiştir.

Bu şekil kıyaslamalar bile olayın durumunun vahimliğini özetlemede saçma, eksik ve garip kalıyor.

Bu rakamlar, bir ailenin yalnızca sağlıklı beslenme ihtiyacını karşılamak için bile ciddi bir gelir seviyesine sahip olması gerektiğini göstermektedir.

Çocuk yetiştirme sürecinde gıda harcamalarının önemi daha da büyüktür. Çocukların gelişiminde gerekli olan protein, süt ürünleri, taze sebze-meyve gibi besinlere erişim, günümüz koşullarında birçok dar gelirli aile için neredeyse lüks haline gelmiştir. Bu durum, gençlerin çocuk sahibi olma konusundaki istekliliğini azaltan en temel faktörlerden biridir.

Gelir Düzeyi ve Geçim Zorluğu

Türkiye’de hane halkı gelirleri ile yaşam maliyetleri arasındaki uçurum her geçen gün büyümektedir. 

Asgari ücret, 2025 yılı itibarıyla 23.000 TL seviyelerine yaklaşmış olsa da, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 86.000 TL’yi aşmış durumdadır. Bu tablo, asgari ücretle çalışan bir bireyin ailesini geçindirmesinin neredeyse imkânsız olduğunu ortaya koymaktadır.

Gençler açısından değerlendirildiğinde, nişan, düğün, ev eşyası gibi başlangıç masrafları dahi ciddi bir borç yükü doğurmaktadır. 

Banka kredileri veya aile desteği olmadan bu sürecin tamamlanması mümkün değildir. Dolayısıyla gençler, borçlanmayı göze alamadıkları için evliliği ertelemekte, bu da doğurganlık oranlarının düşmesine yol açmaktadır.

Çocuk Yetiştirmenin Artan Maliyeti

Türkiye’de bir çocuk yetiştirmenin maliyeti üzerine yapılan hesaplamalara göre, yalnızca bebeklik dönemi (0–2 yaş) için ailelerin ayırması gereken bütçe, aylık 10.000 TL’yi aşmaktadır; bez, mama ve temel sağlık ihtiyaçları gibi kalemler, aile bütçesini ciddi şekilde zorlamaktadır.

Okul çağında ise maliyetler katlanarak artmaktadır. Eğitim harcamaları, servis ücretleri, kırtasiye, kurs ve özel dersler, birçok orta gelirli aile için ciddi bir yük oluşturmaktadır. Bu koşullar altında, genç çiftlerin birden fazla çocuk sahibi olmayı planlaması neredeyse imkânsız hale gelmektedir.

Sosyo-Psikolojik Boyut

Ekonomik sıkıntılar yalnızca rakamlardan ibaret değildir; aynı zamanda toplumun psikolojik yapısını da etkilemektedir. 

İşsizlik, borç yükü, geçim sıkıntısı yaşayan gençler, evlilik kurumuna karşı umutsuzluk ve kaygı geliştirmektedir. 

Yapılan araştırmalar, ekonomik güvencesizlik yaşayan bireylerin evliliğe daha mesafeli yaklaştığını, çocuk sahibi olmayı ise bir “yük” olarak gördüğünü ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda, nüfus krizini çözmek için yalnızca evlilik ve doğurganlığı teşvik eden söylemler yeterli değildir. 

Öncelikle gençlere ekonomik güvence, barınma hakkı ve insanca yaşam koşulları sağlanmalıdır.

Sonuç ve Eleştirel Değerlendirme

Sonuç olarak, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu nüfus krizi, salt bireysel tercihlerden ziyade doğrudan ekonomik yapının dayattığı bir zorunluluk olarak okunmalıdır. 

Gençlerin evlenmemesi ya da çocuk sahibi olmaması bir “isteksizlik” değil, büyük ölçüde bir “çaresizlik”tir.

Yüksek kira fiyatları, gıda enflasyonu, gelir-gider makasının açılması ve artan yaşam maliyetleri dikkate alınmadan, yalnızca söylemlerle toplumu çocuk yapmaya teşvik etmek, gerçekçi bir çözüm değildir. 

Nüfus artışı için öncelikli olarak barınma, istihdam, gelir adaleti ve yaşam maliyetlerinin düşürülmesi yönünde somut politikaların hayata geçirilmesi zorunludur.

Çözüm Önerileri ve Politika Adımları

Türkiye’de doğurganlık oranlarının yükseltilmesi ve nüfus krizinin önlenmesi için salt söylemsel teşvikler yeterli değildir. 

Sorunun temelinde ekonomik ve sosyal faktörler bulunduğundan, çözümün de çok boyutlu ve yapısal nitelikte olması gerekmektedir. 

Bu bağlamda alınabilecek önlemler ve atılması gereken adımlar şu şekilde özetlenebilir:

Barınma Politikaları:

  • Genç çiftler için düşük faizli, uzun vadeli konut kredilerinin sağlanması,
  • Devlet destekli kiralık sosyal konut projelerinin yaygınlaştırılması,
  • Kira fiyatlarına üst sınır getiren düzenlemelerin güçlendirilmesi.

Ekonomik Destekler:

  • Yeni evlenen çiftlere faizsiz evlilik kredisi veya hibe desteği verilmesi,
  • Çocuk sahibi ailelere doğrudan nakit destek veya vergi indirimi sağlanması,
  • Asgari ücret ve ortalama gelir seviyesinin yaşam maliyetleriyle uyumlu hale getirilmesi.

Çocuk Bakımı ve Eğitim:

  • Ücretsiz veya düşük maliyetli kreşlerin her ilçede yaygınlaştırılması,
  • İlkokuldan üniversiteye kadar eğitim masraflarının aile bütçesini zorlamayacak şekilde düzenlenmesi,
  • Çocuk sağlığı için temel gıda ürünlerinde ailelere yönelik sübvansiyonların uygulanması.

İstihdam ve İş Güvencesi:

  • Gençlere yönelik istihdam projelerinin artırılması,
  • Özellikle evli ve çocuklu kadınların iş güvencesini sağlayan düzenlemelerin yapılması,
  • Kayıt dışı istihdamın azaltılması ve sosyal güvence kapsamının genişletilmesi.

Psiko-Sosyal Destekler:

  • Evlilik öncesi ve sonrası danışmanlık hizmetlerinin ücretsiz sunulması,
  • Genç çiftlere psikolojik destek programlarının yaygınlaştırılması,
  • Aile içi şiddet ve toplumsal baskıları azaltıcı sosyal politikaların geliştirilmesi.

Sonuç olarak, nüfus krizinin çözümü için yapılması gereken, gençlere “çocuk yapın” demekten öte, onların evlenebileceği, barınabileceği ve çocuk yetiştirebileceği uygun sosyal ve ekonomik ortamı oluşturmaktır; ancak bu şekilde sürdürülebilir bir demografik yapı korunabilir.

Etik ve Hukuki Uyarı Notu:

Bu çalışma, yalnızca akademik ve düşünsel bir tartışma çerçevesinde hazırlanmıştır. 

Metinde dile getirilen görüşler, Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil etmeyen, düşünce beyanı ve ifade özgürlüğü sınırları içerisinde yer alan eleştirel nitelikli değerlendirmelerden ibarettir. 

Burada sunulan yorumlar, mevcut hükümet, iktidar veya herhangi bir siyasi oluşumu hedef alma amacı taşımamaktadır.

Yazının amacı; sosyo-ekonomik gerçeklikler ışığında Türkiye’de nüfus tartışmalarını değerlendirmek, toplumsal sorunlara dikkat çekmek ve çözüm önerileri sunmaktır. 

Bu bağlamda, hiçbir kurum, kuruluş veya şahsı küçük düşürme, karalama ya da itibarsızlaştırma amacı güdülmemektedir.

Dolayısıyla metin, yalnızca yazarın kişisel sosyal ve akademik görüşlerini yansıtan düşünsel bir çalışma olarak değerlendirilmelidir.


Ali SUNGUR

Yayınlanma Tarihi: 27.09.2025 / Saat: 16.03



Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.