Ali SUNGUR
19 Sep

  İslam dünyasında uzun süredir tartışılan “ortak ordu” veya “İslam NATO’su” fikri, İsrail’in artan saldırıları ve Orta Doğu’daki güvenlik risklerinin yükselmesiyle yeniden gündeme taşındı. 

   Katar’da olağanüstü toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesinde bu kez İran ve Mısır’ın öncülüğünde konu ciddi biçimde masaya yatırıldı. Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin ittifakın çekirdeğini oluşturabileceği konuşulurken, bu girişim hem umut verici hem de risklerle dolu bir tartışmayı beraberinde getiriyor.

Tarihsel Arka Plan: 35 Yıllık Hayal

  Ortak İslam ordusu fikri yeni değil. 1969’da kurulan İİT içerisinde zaman zaman dile getirilen bu düşünce, özellikle 1994’te Pakistan Başbakanı Benazir Butto tarafından somut şekilde ortaya atılmıştı. Ancak o tarihten bugüne geçen 30 yılı aşkın sürede, fikir sürekli dillendirilmesine rağmen pratikte karşılığını bulamadı. Bunun nedeni yalnızca teknik değil; ideolojik farklılıklar, mezhepsel ayrışmalar ve bölgesel rekabetler oldu.

Askeri Kapasite ve Stratejik Potansiyel

  Olası bir İslam NATO’sunun askeri gücü, kâğıt üzerinde etkileyici görünüyor:

  • Türkiye → NATO üyesi, 355 bin aktif personel, güçlü hava kuvvetleri ve modern savunma sanayii.
  • Mısır → 450 bin aktif askerle Arap dünyasının en büyük ordusu.
  • İran → 610 bin aktif asker, balistik füze kapasitesi ve bölgesel milis ağları.
  • Suudi Arabistan → 250 bin aktif asker, 75 milyar doları aşan yıllık savunma bütçesi (dünyada ilk 10’da).
  • Pakistan → 654 bin aktif asker ve nükleer silah kapasitesiyle stratejik caydırıcılık.

  Toplamda, yalnızca bu beş ülke 2,3 milyon aktif asker ve 300 milyar doların üzerinde savunma bütçesine sahiptir. 

  Karşılaştırma yapmak gerekirse, NATO’nun toplam aktif asker sayısı 3,3 milyon civarındadır. Yani “İslam NATO’su” fikri hayata geçerse, teoride dünyadaki en büyük ikinci askeri blok ortaya çıkabilir.

Olumlu Sonuçlar: Güçlü Bir Caydırıcılık ve Dayanışma

  • Caydırıcılık: İsrail’in bölgedeki askeri operasyonlarına karşı daha güçlü bir savunma hattı kurulabilir.
  • Siyasi Dayanışma: Müslüman ülkeler arasında ortak hareket kültürü gelişebilir.
  • Ekonomik Etki: Savunma sanayilerinde iş birliği, dışa bağımlılığı azaltabilir.
  • Stratejik Denge: Batı merkezli NATO’ya alternatif bir güç merkezi doğabilir.

Olumsuz Sonuçlar: Mezhepsel ve Siyasi Gerilimler

  • İran-Suudi Arabistan Rekabeti: Bu iki ülkenin aynı blokta kalıcı iş birliği yapması tarihsel olarak zor görünmektedir.
  • Mezhep Ayrılıkları: Şii-Sünni kutuplaşması, ortak komuta yapısını kırılgan hale getirebilir.
  • Batı ile İlişkiler: NATO üyesi Türkiye veya ABD’ye yakın Körfez ülkeleri için ittifak çifte baskı yaratabilir.
  • Askeri Hedef Sorunu: İslam NATO’su kime karşı konumlanacak? İsrail’e mi, Batı’ya mı, yoksa yalnızca ortak savunmaya mı? Bu sorunun net cevabı yoktur.

Eleştirel Değerlendirme

  Aslında “İslam NATO’su” fikri, kağıt üzerinde güçlü ama pratikte kırılgan bir projedir. Tarihsel deneyim, ortak tehdit tanımının yapılmadığı durumlarda böylesi ittifakların kısa ömürlü olduğunu gösteriyor. 

   Örneğin, Arap Birliği Ordusu girişimi (1950’lerde) hiçbir zaman etkin çalışamadı. Benzer şekilde, Pakistan öncülüğünde kurulan İslam Askeri İttifakı (2015) Yemen krizinde etkin rol oynayamadı.

   Bugün İsrail’in saldırıları bu fikri yeniden canlandırsa da, uzun vadeli başarının koşulu yalnızca askeri güç değil, siyasi uzlaşı ve ortak vizyondur. 

   Eğer Suudi Arabistan-İran-Türkiye üçgeninde gerçek bir mutabakat sağlanabilirse, İslam dünyasında tarihin en büyük stratejik dönüşümü yaşanabilir. Aksi halde bu girişim de önceki “35 yıllık hayal” gibi tarih sayfalarında yerini alacaktır.


Ali SUNGUR

Yayınlanma Tarihi: 19.09.2025 / Saat: 11.57



Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.