Japonya’da 72 yaşındaki Shizuo Aishima… Haksız yere tutuklandı, kefalet talepleri reddedildi ve kanser tedavisi göremeden hayata gözlerini yumdu. Şimdi ise, mezarı başında polisler ve savcılar eğilip özür diliyor. Fakat soralım: Bir mezara bırakılan özür, ölüme engel olabilir mi?
Adaletin, insana yaşamı geri vermesi gerekirdi; oysa bu kez adalet, yaşamı elinden alan bir cellada dönüştü. Bürokratik soğukluk, insanı görmeyen kör kurallar, kanunların ardına saklanan vicdansızlık… Bütün bunlar birleşti, bir hayatı susturdu. Öldükten sonra edilen özür, adaleti değil, çürümüşlüğü büyütür.
Aishima’nın hikâyesi yalnız Japonya’ya değil, tüm dünyaya ayna tutuyor; çünkü her sistem, adaleti insana hizmet eden bir değer olarak değil de kuru kurallara bağlı bir mekanizma olarak gördüğü sürece, bu acılar tekrar eder. İnsan hayatı kâğıt dosyaların arasında, mühürlerin gölgesinde eriyip gider. Sonra ise yetkililer, vicdanlarını rahatlatmak için bir mezarın önünde boyun eğer. Oysa o boyun eğiş, adaletin önünde değil; kendi suçlarının ağırlığı karşısındadır.
Asıl soru şudur: Adalet, yalnızca suçluları cezalandırmak için mi vardır; yoksa masumları yaşatmak için mi? Eğer ikincisini unutursa, bir mahkeme salonu adaletin değil, zulmün sahnesine dönüşür.
Aishima’nın mezarı başında edilen özür, kaybedilen bir hayatı geri getirmese de bize şunu hatırlatır: Adalet geciktiğinde, aslında adalet olmaktan çıkar. Geciken her adalet, yeni ölümlerin, yeni vicdan yaralarının öncüsüdür.
Bir insanı yaşarken koruyamayan bir hukuk düzeni, öldükten sonra mezar başında eğilse ne olur? O eğiliş, adaletin tevazusu değil; adaletsizliğin utancıdır.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi : 30.08.2025 / Saat: 16.16