Toplumun adalete duyduğu güven, aslında devletin ayakta kalmasını sağlayan en temel unsurlardan biridir. Eğer insanlar adaletin herkese eşit işlediğine inanıyorsa, sistem güçlüdür; aksi halde çürüme başlar.
Bugünlerde en çok tartışılan meselelerden biri de “cezasızlık algısı.” Yani suç işleyenlerin çoğu zaman hak ettiği karşılığı görmediği yönündeki inanç.
Bu algı o kadar yaygınlaştı ki, artık sıradan bir vatandaş bile “nasıl olsa bir şey olmuyor” diyerek hem öfke duyuyor hem de umutsuzluğa kapılıyor.
Bir kavga, bir yolsuzluk ya da bir şiddet olayı sonrası sanığın kısa sürede serbest bırakılması, “iyi hal” veya “tahrik indirimi” gibi gerekçelerle cezaların hafifletilmesi, insanlarda ciddi bir kırgınlık yaratıyor; çünkü insanlar için adalet, yalnızca hukuk kitaplarında yazan maddelerden ibaret değildir.
Adalet, aynı zamanda vicdanları tatmin eden bir şeydir. İşte tam da bu yüzden “cezasızlık algısı” sadece hukuki değil, aynı zamanda toplumsal bir meseledir.
Cezasızlık algısının kaynağını birkaç noktada toplamak mümkün:
Peki bu algı nasıl değiştirilebilir?
Cezasızlık algısı yalnızca hukuki bir mesele değildir; toplumsal barış, güven ve gelecek duygusuyla da doğrudan ilgilidir.
Bir ülkede insanlar adaletin işlemediğine inanıyorsa, o toplumda öfke, umutsuzluk ve kutuplaşma artar. Hatta bireyler kendi adaletini sağlamaya kalkar, bu da şiddetin ve kaosun kapısını aralar.
Bu yüzden cezasızlık algısını değiştirmek, yalnızca cezaları sertleştirmekle değil; aynı zamanda adaleti şeffaf, hızlı ve eşit kılmakla mümkündür.
Adaletin herkese aynı şekilde işlediğini gördüğümüzde, toplumun devlete olan güveni güçlenecek, bireyler kendilerini daha güvende hissedecek.
Sonuçta mesele basittir: Adalet, yalnızca kağıt üzerindeki bir kavram değil, insanların kalplerinde hissettiği bir güvencedir. Eğer o güvence sağlanırsa, cezasızlık algısı da yavaş yavaş tarihe karışır.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 04.09.2025 / Saat: 13.46