Ali SUNGUR
04 Sep

Giriş

     Toplumun adalete duyduğu güven, aslında devletin ayakta kalmasını sağlayan en temel unsurlardan biridir. Eğer insanlar adaletin herkese eşit işlediğine inanıyorsa, sistem güçlüdür; aksi halde çürüme başlar. 

     Bugünlerde en çok tartışılan meselelerden biri de “cezasızlık algısı.” Yani suç işleyenlerin çoğu zaman hak ettiği karşılığı görmediği yönündeki inanç. 

     Bu algı o kadar yaygınlaştı ki, artık sıradan bir vatandaş bile “nasıl olsa bir şey olmuyor” diyerek hem öfke duyuyor hem de umutsuzluğa kapılıyor.

     Bir kavga, bir yolsuzluk ya da bir şiddet olayı sonrası sanığın kısa sürede serbest bırakılması, “iyi hal” veya “tahrik indirimi” gibi gerekçelerle cezaların hafifletilmesi, insanlarda ciddi bir kırgınlık yaratıyor; çünkü insanlar için adalet, yalnızca hukuk kitaplarında yazan maddelerden ibaret değildir. 

     Adalet, aynı zamanda vicdanları tatmin eden bir şeydir. İşte tam da bu yüzden “cezasızlık algısı” sadece hukuki değil, aynı zamanda toplumsal bir meseledir.

Gelişme

Cezasızlık algısının kaynağını birkaç noktada toplamak mümkün:

  • Adaletin gecikmesi: Yıllarca süren davalar, eriyen dosyalar, sürekli ertelenen duruşmalar… İnsanlar “geciken adalet, adalet değildir” sözünü boşuna söylemiyor; çünkü yargı geciktikçe mağdurun inancı kırılıyor, suçlu da cesaretleniyor.
  • Caydırıcılığın zayıflığı: Bir suçun bedeli ağır değilse, aynı suç tekrar tekrar işlenebilir. Örneğin bir şiddet eylemi sonrası faile yalnızca para cezası verilmesi, mağdurun adalet duygusunu zedeler.
  • Eşitlik sorunu: İnsanlar, güçlü veya ayrıcalıklı kesimlerin daha kolay kurtulduğunu gördükçe, adaletin tarafsız olmadığına inanmaya başlıyor. Oysa hukukun en temel ilkesi “herkesin kanun önünde eşit olmasıdır.” Bu ilke zedelendiğinde güven tamamen sarsılır.
  • Toplumsal hafıza: Medyada sıkça yer alan “cezasız kalan” olaylar, halkın zihninde kalıcı bir iz bırakıyor. Birkaç örnek bile, toplumun geneline yayılan bir algı yaratabiliyor.

Peki bu algı nasıl değiştirilebilir?

  1. Şeffaflık: Yargı süreçleri, yalnızca uzmanların değil, halkın da anlayabileceği şekilde yürütülmeli. Kararlar gerekçeleriyle açıkça paylaşılmalı. Bir mahkeme neden indirim yaptı, hangi hukuki dayanağa göre karar aldı, vatandaş bunu kolayca görebilmeli.
  2. Hız ve Etkinlik: Yargının yavaşlığı, suçlular için adeta ödül gibidir. Davalar makul sürede sonuçlanmalı, mağdurların adalet beklentisi yıllarca ertelenmemeli.
  3. Eşitlik ve Tarafsızlık: Yargı, kişiye göre değil, suça göre karar vermeli. Sosyal konumu, ekonomik gücü, politik bağlantısı ne olursa olsun herkes aynı hukuki sürece tabi olmalı.
  4. Caydırıcılık: Cezalar, suçun ağırlığına uygun ve gerçekten caydırıcı olmalı. Toplumun vicdanını yaralayan “iyi hal” veya “tahrik” indirimleri yeniden düzenlenmeli, gerektiğinde kaldırılmalı.
  5. Toplumsal bilinç: İnsanların hak arama yolları daha erişilebilir hale getirilmeli. Vatandaş, adalet ararken yalnız olmadığını hissetmeli. Şeffaf şikâyet mekanizmaları, halkın sürece katılımını artırır.

Sonuç

     Cezasızlık algısı yalnızca hukuki bir mesele değildir; toplumsal barış, güven ve gelecek duygusuyla da doğrudan ilgilidir. 

     Bir ülkede insanlar adaletin işlemediğine inanıyorsa, o toplumda öfke, umutsuzluk ve kutuplaşma artar. Hatta bireyler kendi adaletini sağlamaya kalkar, bu da şiddetin ve kaosun kapısını aralar.

     Bu yüzden cezasızlık algısını değiştirmek, yalnızca cezaları sertleştirmekle değil; aynı zamanda adaleti şeffaf, hızlı ve eşit kılmakla mümkündür. 

     Adaletin herkese aynı şekilde işlediğini gördüğümüzde, toplumun devlete olan güveni güçlenecek, bireyler kendilerini daha güvende hissedecek.

     Sonuçta mesele basittir: Adalet, yalnızca kağıt üzerindeki bir kavram değil, insanların kalplerinde hissettiği bir güvencedir. Eğer o güvence sağlanırsa, cezasızlık algısı da yavaş yavaş tarihe karışır.


Ali SUNGUR

Yayınlanma Tarihi: 04.09.2025 / Saat: 13.46


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.