İfade özgürlüğü, çağımızda bir lüks değil, temel bir ihtiyaçtır. İnsan, düşüncelerini paylaşabildiği, başkalarının fikirlerine ulaşabildiği ölçüde birey olur; aksi hâlde yalnızca itaat eden bir gölgeye dönüşür. Nepal’de sosyal medyaya erişim yasağıyla başlayan ve kısa sürede hükümet karşıtı gösterilere dönüşen olaylar, bu gerçeği acı bir şekilde bir kez daha hatırlattı.
Bir toplumun sesini kısmaya çalışmak, basit bir teknik yasak değildir. Her yasak, biriken öfkenin fitilini ateşler. İnsan, düşüncesini aktaramadığında, sorularına yanıt bulamadığında veya gördüğü haksızlığı dillendiremediğinde, suskunluğun ağırlığı öfkeye dönüşür. Nepal’de de tam olarak bu yaşandı: susturulmak istenen halk, kendi sesini sokaklarda aradı.
Fakat trajedi, burada bitmedi. Gösterilerin gölgesinde Maliye Bakanı Paudel’in kalabalık bir grup tarafından linç edilmesi, şiddetin öfkeyi nasıl akıl dışına sürüklediğini gözler önüne serdi. Eleştiri ve hesap sorma hakkı, demokrasinin doğal bir parçasıdır; fakat linç, hak arayışını değil, barbarlığı temsil eder. Bir bakanı sopalarla dövmek, aslında toplumun kendi vicdanına da darbe indirmesidir.
Bu noktada asıl ders şudur: ifade özgürlüğü engellendiğinde, sağlıklı kanallardan akması gereken toplumsal enerji, yıkıcı patlamalara dönüşür. İktidarın sorumluluğu, halkın sesini kısmak değil, onu duyabileceği yolları açık tutmaktır. Muhalefetin ve halkın sorumluluğu ise öfkesini şiddete teslim etmeden adalet arayışını sürdürmektir.
Nepal’de yaşananlar, yalnızca o ülkenin değil, hepimizin ders çıkarması gereken bir uyarıdır: Susturulan söz, bir gün bağırmaya başlar. O ses duyulmadığında, hem yönetenler hem de yönetilenler kaybeder.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 10.09.2025 / Saat: 23.03