İnsanın kendine döndüğü anlar vardır. 

Kalabalıkların ortasında ya da bir odanın köşesinde sessizce otururken birden içine bir ses düşer: Kendi sesin… Ne bağırır ne çağırır ama tam yerini bilir, en derinine dokunur. 

Kendimizle konuşmayı unuttuk galiba, oysa çocukken daha kolaydı bu. Bir oyuncağa bakarken içimizden geçenleri sesli söylerdik. Büyüdükçe sustuk. İçimizdeki o tanıdık sesin üstünü gürültülerle, sorumluluklarla, kalıplarla örttük.

İç dünya sessiz kalmaz. Ne kadar bastırırsan bastır bir gün kapıyı çalar. Belki bir uykusuz gecede, belki ansızın gelen bir hüzünle. O zaman anlarız ki insan en çok kendine yabancı kalırsa yorulur.

Kendinle konuşmak aynaya bakmak gibidir; kaçamazsın, gerçek neyse oradadır. Yalan söyleyemezsin; sessizlikte yankılanan her cümle ya bir arayıştır ya da bir kabulleniş.

“İyi misin?” diye sormak gerekir bazen kendine. Cevabı hemen gelmese de bu sorunun kendisi bile iyileştirir insanı; çünkü iç sesimizi duydukça dünyaya karşı biraz daha güçlü oluruz ve dış seslerin karmaşasında yolumuzu bulmamız kolaylaşır.

İnsanın iç sesi pusulasıdır aslında, ne zaman kaybolsak ona döneriz; yeter ki sustuğumuzda içimizde yankılanacak bir dürüstlük kalmış olsun.

Unutma, kendinle konuşmak delilik değil, derinliktir! 

Kendini dinlemeyi öğrenen başkasını da anlayabilir. En önemlisi de kendine karşı samimi olan, hayatla da daha gerçek bir ilişki kurar.

Ali SUNGUR

Yayınlanma Tarihi: 23.08.2025 / Saat: 10.20

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.