İnsan, bazen her şeyin bittiğini düşündüğü anda başlar yaşamaya. O anlarda sessiz bir yerden, içinin en derininden bir şey filizlenir: Umut.
Umut gözle görülmez ama hissedilir; zihne değil, kalbe seslenir. En karanlık zamanlarda bile bir pencere aralığı gibi açılır. Küçücüktür belki ama dışarıdan gelen ışık, o küçücük yerden içeri sızar. O ışıkla beraber insan yeniden doğrulmaya başlar.
Bazen bir söz, bazen bir tebessüm, bazen sadece bir sabah güneşi, bazen de en küçük şeyden doğar umut; çünkü insan inanmakla yaşar. Bir gün her şeyin düzeleceğine, bir şeylerin değişeceğine, içindeki kırığın iyileşeceğine inanmak... İşte bu, hayatı sürükleyen görünmez bir güçtür.
Umut beslemek kolay değildir. Zaman zaman yorulur insan. Umutsuzluk ağır bir battaniye gibi çöker üstüne. Ne dışarıyı duymak ister ne de içini. İşte böyle anlarda umut çaba ister; kendi içine dönüp “her şeye rağmen” diyebilmek ister.
Umut, hazır gelen bir şey değildir. Büyütülür, korunur ve beslenir. Tıpkı bir tohum gibi. Kurak toprakta bile yeşerebilen bir tohumdur o. Yeter ki insan vazgeçmesin; çünkü bir kez vazgeçildi mi umut değil, umutsuzluk beslenmeye başlar. Umutsuzluk ne kadar beslenirse umut o kadar geri çekilir.
İnsan umut ettikçe insan kalır zira en sade hâliyle bile hayata tutunmak için bir neden bulur; bazen tek bir sebep, tüm karanlığı dağıtmak için yeterlidir.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 23.08.2025 / Saat: 11.40