Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmak herkesin harcı değildir; hele ki uyanılan şey bir alarm sesi değil de toprak kokusunun içe çekilmesi, serin bir yelin alnına değmesi ise... İşte çiftçiler böyle uyanır. Güneş daha tembelken onlar çoktan ayaktadır. Ellerinde sabır, yüreklerinde dua taşırlar. 

Bazen düşünüyorum. Toprağa bu kadar yakın yaşamak insanın kalbini de yumuşatır mı? Ya da tersine, zorluklarla kavrula kavrula kalbi daha mı sertleşir? Belki de her ikisi birden. Çiftçilerin gözleri hep yorgun ama içinde derin bir umut vardır. Bir tohumu toprağa emanet etmek, bir anlamda kendini zamana bırakmaktır; yağmura, güneşe, rüzgâra… Belirsizliğe. 

Biz şehirde, market raflarında gördüğümüz domatesin ya da ekmeğin ardında nasıl bir emek olduğunu çoğu zaman unuturuz. Oysa çiftçinin nasırı, bizim soframıza düşen her lokmanın gölgesidir. Onlar toprağa eğilirken biz başımızı kaldırıp gökyüzünü izliyoruz. Belki de onların duası, bizim doyduğumuz sofralarda sessizce kabul oluyor. 

Çiftçilik bir meslekten çok bir varoluş biçimi gibi geliyor bana. Toprağa inanan, mevsimlere güvenen ve beklemeyi bilen insanların hayatı bu. Ne zaman doğaya dair bir umut ararsam aklıma hep onlar gelir. 

Bazı insanlar konuşmadan öğretir; çiftçiler gibi, sessizce ekerler, sabırla beklerler ve sonra toprağın kalbinden bir hayat çıkar.


Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi : 01.09.2025 / Saat: 18.45

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.