Bazı günler vardır ki takvime bakmanıza gerek yoktur; hava yüzünüze dokunduğunda hangi mevsimde olduğunuzu anlarsınız.
Soğuk yalnızca üşütmez; bazen düşündürür, bazen yavaşlatır... Soğuk bir kış günü insanı dışarıdan içeriye değil, içinden dışarıya bakmaya zorlar.
Kış, doğanın sessizliğe büründüğü bir mevsimdir; kar taneleri ağır ağır düşerken zaman da yavaşlar sanki. Kalın montlara sarınmış insanlar başlarını öne eğerek yürür. Kimse uzun uzun bakmaz birbirine. Üşüyen sadece eller değildir; bazen hatıralar da üşür, bazen sözler de donar dudaklarda. Sobanın başında ısınan eller, bir fincan çayın dumanı, camlara vuran buğular… Bunlar sadece sıcaklık değil, aynı zamanda bir sığınaktır. İnsan, kışın dışarının soğuğu arttıkça içinin sıcaklığını arar; bu yüzden belki de kış, insanın kendine döndüğü, kendini biraz daha dinlediği mevsimdir.
Soğuk bir kış günü, doğanın gösterdiği basit bir hatırlatmadır: Her şey hızla akmak zorunda değil! Bazen yavaşlamak, durmak hatta durup düşünmek gerek. Kış doğaya “Bekle” der. İnsana da aynı şeyi fısıldar: “Dur biraz. Kendini duy.”
Biz insanlar hayatın telaşı içinde ne çok şeyi kaçırıyoruz; belki bu yüzden kış günleri, bir yavaşlamaya ve bir iç sesin duyulmasına vesile olur.
Belki de bu yüzden soğuk bir kış günü sadece soğuk değil, aynı zamanda sıcak bir düşüncenin ve unutulmuş bir hissin başlangıcıdır.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 23.08.2025 / Saat: 20.00