Bazı insanlar dünyaya ayak basmazlar; rüzgâr gibi geçerler, su gibi süzülürler, gölge gibi dokunurlar hayata. Onlar zamanın değil, ruhun ritmiyle yürürler. Yeryüzüne ait gibi görünseler de aslında görünmeyen bir yerden gelmiş gibidirler. Gözlerine baktığında içinde senin bile bilmediğin bir şeyi görürsün: Kendini. Belki eksik, belki kırık, belki gerçek.
Onlar ki yürürken yankı bırakmazlar; ama geçtikleri her kalpte bir sızı bırakırlar. Ne çok konuşurlar ne de tamamen susarlar; sözcükleri dudaklarından değil, varoluşlarının içinden gelir. Onları anlamak için duymak yetmez, hissetmek gerekir; çünkü onların dili, rüyaların diliyle akrabadır.
Ruhun aynasında yürüyenler oraya rastgele düşmezler. O aynaya herkes bakamaz, bakanlar da çoğu zaman kendini değil, görmek istemediğini görür. Oysa bu yürüyenler… Sanki o aynayı kırmak için değil, içinde kaybolmak için var olmuşlardır; her adımları bir yankı, her susuşları bir sırdır. Bir gece ansızın çıkar karşına, sonra bir şiirin son dizesi gibi kaybolurlar. Gidişleriyle bir şeyi alır, bir şeyi bırakırlar; alınan huzur olur, bırakılan merak.
Onların gözlerinde uzak diyarlardan taşınmış bir yalnızlık, seslerinde kadim zamanların uğultusu vardır; belki bir hayalden, belki eski bir duadan kalmadırlar. Kim bilir? Belki hiç var olmamışlardır da sadece ruhun bize oynadığı bir oyundurlar.
Yine de denk gelirsen birine, tutma elini; çünkü tutulmazlar, sadece izlenirler.
Bazen de sadece bir anlığına aynanın içinden sana bakarlar.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 30.08.2025 / Saat: 14.30