Bazen bir rüzgâr eser, yapraklar fısıldar ve havada tuhaf bir sessizlik gezinir. İnsan, bu anlarda görünmeyen ama varlığını hissettiren başka bir dünyanın kapısını aralar gibi olur. Ruhlar âlemi dediğimiz o bilinmeyen yer, belki de tam da buradadır; göremediğimiz ama sezebildiğimiz bir yerin eşiğindeyizdir.
Ruhlar... Onları tarif etmek zor. Kimilerine göre sadece birer inanç, kimilerine göreyse her şeyin özüdür. Bedenin ötesinde, kalbin derinliklerinde, düşüncelerin susup sezgilerin konuştuğu bir yerde yaşarlar. Belki de hep yanımızdadırlar; bir hatırada, bir rüyada veya ansızın içimizi kaplayan duygularda.
İnsan doğası gereği görünmeyeni anlamaya çalışır; çünkü görünmeyenin içinde umut da vardır, korku da. Ruhlar âlemi bu yüzden hem merak uyandırır hem de hürmet gerektirir.
Bazıları için kaybettiklerine kavuşma umududur, bazıları içinse içsel bir hesaplaşma alanı. Orada yalnızca ölenlerin değil, bazen bastırılmış duyguların, söylenmemiş sözlerin ve yarım kalmış hikâyelerin de yaşadığına inanılır.
Çocukken karanlıktan korkarız, büyüdükçe korkularımız şekil değiştirir; ama karanlık hep bir sembol olarak kalır. Belki de karanlık, ruhlar âleminin en sade tarifidir: Bilinmeyen ama içimizde yankı bulan bir boşluk. O boşlukta her insan kendi gölgesini tanır, kendi ruhunu tartar.
Ruhlar âlemi sadece öte dünya değil, aynı zamanda iç dünyamızın bir yansımasıdır. İnsan kendi ruhuna yaklaşmadan başka ruhlara dokunamaz. Bir mezar taşı, bir eski mektup, bir melodisi unutulmuş şarkı… Bunlar ruhların dilidir; sessiz ama derin.
Bu âlem belki de gerçekliğin sessiz arka bahçesidir. Oraya giden yol kalbin inceldiği yerden geçer. Kimse tam olarak anlatamaz, herkes kendi kadar bilir.
Belki şöyle de tarif edebiliriz: Ruhlar âlemi, insanın unutmamayı seçtiği, hatırlamakla büyüdüğü yerdir.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 23.08.2025 / Saat: 08.00