Bir zamanlar insanlar mektup yazardı; yani bir masa başında oturur, düşünür, seçerek kelimeler bulur ve el yazısıyla kâğıda dökerdi duygularını. Her cümle biraz beklenmiş ve biraz düşünülmüş olurdu. O yüzden mektuplar sadece mesaj taşımazdı, içinde kalbin sıcaklığı, zihnin yankısı, elin izi olurdu. Zarfın içine konur, kapatılır ve üzerine bir adres yazılırdı. Sonra yola çıkardı... Şehirleri geçerdi, ellerden geçerdi. Birileri taşırdı, bazen geç kalırdı; ama beklenirdi. O bekleyiş bile mektubun bir parçasıydı. Sabırla açılırdı, dikkatle okunurdu. Hatta bazen defalarca okunurdu.
Peki şimdi… Şimdi mektup yazmıyoruz. Bir mesaj yazıyoruz hızlıca, çoğu zaman düşünmeden, bazen yarım cümlelerle. Gönder tuşuna basar basmaz ulaşmasını istiyoruz; hemen okunmalı, hemen cevap gelmeli. Sabırsızlaştık! Kelimeler kadar beklemeye de tahammülümüz yok.
Oysa mektuplar bize sabrı öğretirdi. Bir duygunun içimizde biraz pişmesine, bir düşüncenin zihnimizde yer etmesine izin verirdi. Şimdi hız var ama derinlik azaldı. Her şey hemen olup bitiyor. Bir gülümsemeyi bile emojilere teslim ettik. Bir “özledim” artık iki harf: “öz.” Bir “merhaba” bile bazen sadece mavi bir tik kadar sessiz.
Dijitalleşme her şeyi kolaylaştırdı belki ama bazı şeyleri de eksiltti. Bir mektubun o kendine özgü bekleyişiyle gelen değer artık kayıp. Artık kelimeler kâğıda değil, ekrana düşüyor. Ekranlarsa kapatılıyor, unutuluyor ve kayboluyor.
İnsan, kalbiyle yazılmış, eliyle gönderilmiş bir mektubu unutmaz; çünkü o mektup, bir eşyadan fazlasıdır. Bir zamanın tanığıdır. Bir insanın iç sesi, bir dostluğun izi ve bir sevdanın delilidir.
Belki de bu yüzden bazen içimizde tuhaf bir özlem beliriyor. Adını tam olarak belirleyemiyoruz ama sanki bir şey eksik gibi. Belki de eksik olan, bize özel bir zarfın içinden çıkacak birkaç kelimedir. Belki de sadece biri zaman ayırıp “Nasılsın?” desin isteriz. Hızlıca değil, gerçekten sorarak.
Günümüz dünyasında mektup yazmak sıradanlık gibi görünebilir. Belki de tam bu yüzden gereklidir; çünkü hızla yaşarken yavaşlamaya, çok konuşurken derinleşmeye ve her şey ulaşılabilirken bir şeyin “beklemeye değer” olduğunu hatırlamaya ihtiyacımız var.
Bir gün yine bir kâğıt al eline. Birini düşün. Otur, yaz. Uzun cümleler olmasın, kelimeler ağır olmasın. Sadece içten olsun. Kapat, zarfla, gönder... Belki zaman alır, belki hemen dönmez; ama bil ki o mektup yalnız sana değil, hayata da küçük bir dokunuş olur.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 31.08.2025 / Saat: 15.30