Kendi Sesini Arayan Ruh
İnsanın en büyük savaşı, dışarıdaki dünyaya karşı değil, kendi içinde sürer.
Görünüşte başarılarla örülü bir hayat yaşasa bile, içten içe kendini eksik, yetersiz ya da ait olmadığı bir yerde hissedebilir. Bu, çoğu zaman dışarıdan fark edilmeyen, fakat içeride derin bir yankı bırakan bir boşluktur.
Kendi öz benliğini arayan insan, adeta aynaya bakar ama gördüğü yansımayı tanımaz. Bir şeyleri başarmıştır belki; eğitim, iş, ilişkiler, toplumun “başarı” diye nitelendirdiği kalıplar; ama kalbinin içinde yankılanan o ses, “Bu sen değilsin” demeye devam eder.
Başarılar alkış getirse bile, insanın kendi ruhuna dokunmadığında, zaferler sessiz birer yük haline gelir.
Aidiyetin Çöküşü
Aidiyet duygusunu kaybeden biri için dünya yabancı bir mekâna dönüşür.
İnsan, köklerini kaybettiğinde, kendini hiçbir yere ait hissedemez.
Ait olamamak, sanki kalabalıklar arasında görünmez olmak gibidir; sesin duyulur ama anlaşılmaz, varlığın fark edilir ama değer görmez.
Bu yüzden kişi, bulunduğu konumu ne kadar güçlendirse de, içindeki aidiyet boşluğu ona hep yetersizlik duygusu fısıldar.
Başarı ve Tatminsizlik
Bir şeyi başarmak, çoğu zaman insanın hayalini süsler, fakat başarıya ulaşıldığında o hayalin, insanın iç dünyasına dokunmadığı fark edilir; çünkü tatmin, yalnızca dışarıdan gelen onayla değil, içerideki benlikle buluşmayla mümkündür. Bu buluşma olmadığında, en yüksek zirveler bile bir boşluk gibi görünür... Dağa tırmanır ama zirvede sessizlikten başka bir şey bulamaz.
Bitmeyen Mücadele
Böyle bir insan, sürekli mücadele hâlindedir.
Daha çok çabalamak, daha fazlasını başarmak zorunda hisseder; çünkü içindeki boşluğu, sürekli hareket ederek doldurmaya çalışır... Ama ne kadar koşarsa koşsun, o boşluk koşunun sonunda yine karşısına çıkar.
Bu da bir kısır döngüye dönüşür: İnsan çabalar, başarır ama mutlu olamaz.
Mutlu olamadıkça da daha çok çabalar, daha çok yorulur.
Öz Benlik Arayışı
Tüm bu döngünün içinde insanın en büyük ihtiyacı, kendi öz benliğiyle yüzleşmektir.
Kendi sesini duymadan, yalnızca dışarıdan gelen beklentilerle yol almak, insanı hep başkalarının gölgesinde yaşamaya mahkûm eder; oysa öz benlik, toplumun biçtiği kalıpların ötesindedir.
Kişi, kendi değerini, kendi sesini bulduğunda, aidiyet de geri gelir, başarı da tatmin yaratır.
Sessiz Bir Çığlık
Böylesi bir insanın içinde, duyulmayan bir çığlık vardır: “Ben kimim?”
Bu soru cevapsız kaldıkça mücadele büyür, tatminsizlik derinleşir... Fakat bu çığlığı bastırmak yerine dinlemek gerekir; çünkü asıl cevap, dışarıda değil, içeride saklıdır.
Sonuçta;
İnsanın yolculuğu, dünyayı fethetmek değil, kendi özünü keşfetmektir.
Eğer bu keşif gerçekleşmezse, tüm mücadeleler birer gölge oyununa dönüşür... Ama öz benlik bulunursa, o zaman en sıradan an bile anlamla dolar; çünkü insan, nihayet kendine dönmüştür.
NOT:
Böyle bir insanın yaşadığı ruhsal tablo, psikoloji ve psikiyatri literatüründe birkaç farklı kavramla ilişkilendirilebilir.
Tek bir tanıya indirgemek doğru olmaz; çünkü her bireyin durumu kendine özgüdür.
1. Majör Depresif Bozukluk (Depresyon)
2. Distimik Bozukluk (Süregen Depresif Duygudurum Bozukluğu)
3. Anksiyete ve ''Yetememe Hissi'' (Genelleşmiş Anksiyete Bozukluğu)
4. Varoluşsal Boşluk (Existential Vacuum – Viktor Frankl’ın tanımı)
5. Kimlik Karmaşası / Borderline Kişilik Örüntüsü
Onlara Bakarken Gözünüzde Küçülmesinler
Toplum, genellikle başarıyı yüzeydeki sonuçlarla ölçer: Diploma, iş, para, statü… İnsan ruhunun derinlikleri, bu yüzeysel ölçütlerden çok daha karmaşık bir gerçekliği barındırır.
Öz benliğini arayan, aidiyet duygusunu yitirmiş, başardıklarından mutlu olamayan insanlar çoğu zaman çevreleri tarafından “huzursuz”, “tatminsiz” ya da “nankör” olarak damgalanır; oysa bu büyük bir yanılgıdır.
Böylesi insanlar, çoğunlukla daha keskin bir bilinç, daha derin bir düşünme ve daha güçlü bir analiz kapasitesi ile yaşarlar. Onların mutsuzluğu, hayatı yüzeyde yaşamamaktan kaynaklanır. Zihinleri, sıradan olandan tatmin olamayacak kadar çok yönlü çalışır. Bir konuyu yalnızca tek boyutta değil, farklı açılardan değerlendirirler. Bu yüzden kendilerine, çevrelerine ve başarılarına karşı daha acımasız bir eleştirel bakış geliştirirler.
Tatminsizlik = Zihinsel Derinlik
Tatminsizlikleri aslında bir eksiklik değil, fazlalığın işaretidir:
Böyle bir zihin, sıradan başarılarla yetinemez; çünkü onların ölçütü toplumun verdiği madalyalar değil, içsel anlamın ve hakikatin derinliğidir.
Küçümsemek Yerine Anlamak
Toplum çoğu zaman böylesi insanlara “neden mutlu olmuyorsun, daha ne istiyorsun?” diye bakar. Fakat bu tavır, onların derin ruhsal mücadelesini görmezden gelmektir. Oysa küçümsemek yerine anlamaya çalışmak gerekir; çünkü bu insanlar, toplum için bir uyarı niteliği taşır: Sıradan mutlulukların ötesinde de bir arayış vardır.
Onların içsel sancıları, insanlığın ilerlemesine katkıda bulunan sorgulamanın bir sonucudur. Felsefe, sanat, bilim ve edebiyatın büyük eserleri çoğu zaman böyle “tatmin olamayan” ruhlardan doğmuştur.
Kıymet Bilmek
Dolayısıyla böylesi insanlara önyargıyla bakmak yerine, onlara kulak vermek gerekir. Onların karmaşık ruh hâli, aslında sıradanlığın ötesine geçen bir bilinç düzeyinin yansımasıdır. Belki de insanlığın ilerleyişi, tam da bu huzursuz ruhların sorgulamalarına borçludur.
Ya mutsuzluk sandığımız şey, aslında bilgeliklerinin ağırlığıysa?
Kısacası onları küçümsemeyin; çünkü mutsuzlukları, basit bir kırgınlık değil, hakikatin gölgeleriyle yapılan kadim bir dansın izleridir.
Ali SUNGUR
Yayınlanma Tarihi: 01.10.2025 / Saat: 21.48