İnsanın içinde zaman zaman sessiz bir ateş yanar. Ne görünür ne de hemen söner; bu ateşin adı öfkedir. 

Kimi zaman bir kelimeyle kıvılcımlanır, kimi zaman da bir suskunlukla büyür; çoğu zaman insan öfkelendiğinde başkasından önce kendini yakar. 

Öfke insanın en doğal duygularından biridir. Kimse ondan tamamen arınamasa da öfkenin doğallığı, onun her zaman doğru olduğu anlamına gelmez. Asıl mesele öfkenin bizi değil, bizim öfkeyi yönetebilmemizdedir. 

Bazen bir haksızlık, bazen bir kırgınlık tetikler onu. “Bunu hak etmedim.” duygusu içimizdeki öfkeyi uyandırır. Bu noktada bir yol ayrımına geliriz: Ya susar, içimize atarız ya da patlar, dışarı savururuz. Her iki durumda da zarar çoğu kez büyür; çünkü bastırılan öfke küflenir, taşan öfke kırar. 

Peki, öfkeyi yok etmek mi gerekir? Hayır. Onu tanımak, anlamak ve yönlendirmek gerekir. Öfke, doğru ifade edildiğinde bir sınır çizgisidir. “Buraya kadar.” demektir. Kendini koruma biçimidir. Kontrolsüz öfke, o sınırı kendine de başkalarına da zarar verecek şekilde aşar. 

İnsan kendini tanıdıkça öfkesini de tanır. Ne zaman başladığını, hangi yaradan beslendiğini fark ettikçe o ateşin nasıl söndürüleceğini öğrenir; çünkü öfke yönetilebilen bir duygudur, onun esiri olmak şart değildir. 

Unutmamak gerekir ki öfke geçicidir ama onunla söylenenler kalıcı olabilir. Bu yüzden öfkeliyken değil, dinginken konuşmak iyileştirir.

Ali SUNGUR

Yayınlanma Tarihi: 23.08.2025 / Saat: 11.20

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.